Bazı insanlar Benim gibi çok meraklıdırlar, gün içerisindeki gördükleri şeyleri bile anlamlandırmak isterler. Günlük olaylar hakkında, herkese sıradan basit gelen şeyler hakkında düşünmeyi, fikir yürütmeyi bunlara cevaplar bulmayı severler. İşten dönerken, yemek yerken, araç kullanırken belki de uykuya dalarken; hayatının her anında dünyanın yaşam üzerine bıraktığı küçük ipuçlarını çözmek isteriz.
İşte; Sizlere bu yazımda “Günlük Hayatımızdaki Aklımızı Kurcalayan 12 Sorunun 12 Cevabı”nı Vereceğim.
Soğan neden gözlerimizi yaşartır ve Ağlamış Hissi Verir?
Soğanı soyarken doğrarken, soğan hücrelerini de parçalara ayırmış oluruz. Soğan hücreleri iki bölümden oluşur. Bunlardan biri “allinazlar” diye bilinen enzimleri içerir. Diğeri de sülfit bileşiklerinden oluşan aminoasitleri içerir. Allinazlar sülfitleri parçalayarak sülfenik aside dönüştürürler. Kararsız bir yapıya sahip olan sülfenik asit ise kısa sürede uçucu bir kükürt bileşiğine dönüşür. Bu gaz hızla havada yayılır ve gözümüze ulaştığında da yakıcı bir aside dönüşür.
Ancak gözümüzü yakan tam olarak bu gazın etkisi değil, göz yaşımızla tepkimeye girmesi sonucu oluşan sülfürik asittir. Gözümüzü nemli tutan bu sıvıda oluşan küçük miktardaki sülfürik asit, çok duyarlı olan göz sinirlerini uyarır ve yaşarmasına neden olur. Soğan kokusu dediğimiz şey ise aslında bu gazın kokusudur.
Sülfürik asit gözümüze temas ettiğinde de gözyaşı bezlerimiz bu tehlikeyi algılar ve nüfus eden sülfürik asidi gözyaşı salgılamaya başlar.
Elma kesildikten bir süre sonra neden kararır?
Bir elmanın kabuklarını soyduğunuzda ya da ortadan ikiye kestiğinizde kısa sürede karardığını ve o parlak rengini kaybettiğini görürsünüz. Buna neden olan ana unsur içerisindeki ‘polifenol oksidaz’ enzimidir. Bu enzim, havanın oksijenini alıp elmada bulunan ‘tanin’ ile birleşip kararmaya neden olur.
Elma kesilirken ya da ısırılırken açılan yüzeydeki hücreler de bu etkiyle bölünüp parçalanır. İçerisindeki polifenol oksidazlar havada bulunan oksijen ile birleşerek elma yüzeyinde renk değişimine neden olurlar. Kararmayı önlemek için elma kesildikten hemen sonra suya konulabilir. Bu şekilde hava ile ilişkisi kesildiğinden kararmayacaktır. Ancak sudan çıkarıldığında rengi esmerleşmeye devam edecektir.
Denizanası ile temas etmemizin vücudumuza zarar vermesinin nedeni nedir?
Denizanaları da diğer bütün canlılar gibi bir tehlike anında kendini savunmaya hazırdır. Dış çevreden bir tehdit hissettiği anda knidoblast adı verilen savunma hücrelerini kullanır. Bu hücrelerin içindeki ‘nematosit’ adı verilen yakıcı kapsüller dışarı çıkarak temas ettiği yüzeye zarar verir. Denizanaları bu kapsülleri sadece savunmak için değil avlanmak için de kullanır.
Denizanasına dokunduğumuzda, denizanası bunu bir tehdit olarak algılar ve savunma hücrelerini derimize empoze eder. Hücre içinden çıkan her yakıcı kapsül patlayarak derimize biraz daha zarar verir.
Denizanasının derimizle temas etmesi durumunda ilk olarak ağrının hafifletilmesi ve zehir etkisinin azaltılması için tahriş olan bölgeye amonyak ya da sirke uygulamak işe yarayabilir.
Bunlar yok ise deri hemen deniz suyuyla hafifçe yıkanabilir. Mümkünse antihistaminik bir ilaç yutmalı veya tahriş olan bölgeye tropikal bir krem sürmek de yardımcı olacaktır.
Tahriş olan bölgenin tatlı suyla yıkanması veya ovuşturulması ise patlamamış yakıcı hücrelerin patlamasına yol açabilir ki bu da derimizin daha çok zarar görmesine neden olur.
Hamam böceklerinin radyasyondan etkilenmediği doğru mu?
Bildiğimiz gibi radyasyon nükleer atomların yaptığı alfa, beta, gama, X gibi ışınımlara verilen gelen addır. Nükleer bir element yarılanma ömrü boyunca etrafına sürekli bu ışınları yayar. Bu ışınların ömrü ve katedebilecekleri mesafe farklıdır. Örneğin alfa ışıması çok büyük etki yaratırken ince bir kağıt tabaka tarafından bile soğurulması mümkündür.
Hamam böceklerinin radyasyondan etkilenip etkilenmediği hususu da burada netlik kazanır.
Hamam böceklerinin radyasyondan hiç etkilenmemesi tam olarak doğru değildir. Ancak üstlerini örten kitin tabakası nedeniyle pek çok canlıdan daha az etkilendikleri söylenebilir. Gelen ışınlar kitin tabakasında soğrularak hayati önem taşıyan organlara ulaşmaz. Bu yüzden hamam böcekleri insanlara göre radyasyona daha dayanıklıdır.
Göz neden seğirir?
Göz seğirmesinin nedeni, göz kapağı kaslarının kapak kenarına paralel şekilde kasılmasıdır. Başka bir ifadeyle ‘kas fasikülasyonu’ denilen göz kapağını kontrol eden kasların hızlı kasılması olayıdır. Genellikle kas yorgunluğu, stres ve aşırı yorgunluk en sık sebeplerindendir.
Göz seğirmeleri, psikolojik veya nörolojik bozukluğun habercisi de olabilir. Bazı durumlarda da yalnızca kişinin gözlük ihtiyacı içerisinde olduğuna bir işaret olabilir.
Bu sorunun bir başka nedeni ise gözyaşı azlığıdır. Buna ek olarak uykusuzluk ve aşırı çalışmaya bağlı yorgunluk da seğirme sebepleri arasında yer alır.
Neden bazı vitaminler vücutta depolanamaz?
Bazı vitaminler vücutta depolanabilirken bazıları ise depolanamazlar. Örneğin A vitamini karaciğerde depolanır ve hiç A vitamini almayan bir insan 5-10 ay boyunca bu vitamin deposundan faydalanabilir. Hiç D vitamini almayan bir insan da vücuttaki D vitamini deposundan 2-4 ay boyunca faydalanır.
Bir vitaminin depolanabilir olması için kolayca hücre içerisine nüfus edebilmesi gerekmektedir. Halbuki her madde hücrelerden içeriye giremez. Hücrenin istediği molekülleri içine alması için bazı sinyal mekanizmaları vardır. Ancak bu mekanizmalar harekete geçtiğinde taşıyıcı proteinler aracılığıyla bu moleküller içeri alınır. Eğer hücrenin ihtiyacı varsa büyün vitamin çeşitlerini içerisine alabilir. Bu hücrenin seçici özelliğinden kaynaklanır.
Ancak A, D, E, K gibi vitaminler yağda çözünebildikleri için ve hücre zarı da yağ ağırlıklı bir yapıya sahip olduğu için kolayca hücrenin içerisine girip orada depolanabilirler. C ya da B vitaminleri ise suda çözündükleri için depolanamazlar. Bu nedenle günlük gıdalardan bu vitaminlerin karşılanması gerekir.
Peri bacaları nasıl oluşmuştur?
Kapadokya’daki peri bacalarını görmek için dünyanın her yerinden turistler her yıl ülkemizi ziyaret etmektedir. Hatta Times dergisi 2007 yılında peri bacalarını dünyanın beşinci harikası olarak tanımlamıştır. Peki hiçbir insan eli değmeden kendiliğinden oluşan bu peri bacaları nasıl meydana gelmiştir?
Ürgüp civarında bulunan peri bacalarının gövdesi konik şeklindedir ve tepelerinde şapka şeklinde yuvarlak kaya parçaları bulunur. Gövdeleri tüf, tüffit ve volkan küfünden meydana gelen kayaçtan oluşmuştur. Tepedeki şapka kısımlarının kaya türü, gövdenin yapısından daha sert ve dayanıklıdır.
Peri bacalarının bu özel yapısı şekillerinin oluşmasında önemli bir etmendir. Çünkü bu yapılar vadi yamaçlarından akan sel sularının ve rüzgarın tüfleri aşındırmasıyla ortaya çıkmıştır. Yağmurdan biriken sel suları dik yamaçlardan akarken geçtikleri yerleri aşındırmış ve zamanla oldukça sert olan kayaları bile çatlatarak yerlerinden koparmıştır. Tüften oluşan alt kısımlar daha kolay yıprandığı için derin bir oyuk meydana getirmiş ve yamaç bu şekilde gerilemiştir. Yamaç geriledikçe üst kısımlarda kalan bölümler korunmuş ve bunun sonucunda; konik gövdeli, şapkalı peri bacaları ortaya çıkmıştır.
Timsahlar neden gözyaşı dökerler?
Timsah gözyaşları ibaresini hepimiz biliriz. Bİr insanın hiç üzülmediği halde menfaati gereği üzülmüş gibi görünmesi sonucunda timsah gözyaşları döktüğü söylenir. Timsahlarda ise bu durum duygusal değil sadece fizikseldir.
Timsahların, kısmen büyük ebattaki canlıları avladıktan sonra onları yerken ağızlarını olduğunca çok açmaları gerekmektedir. Bu da ağız kaslarını haddinden fazla zorlamalarını gerektirir. Bunun sonucunda da ağız kaslarına yapılan basınç gözlerden bir sıvı salgılanmasına neden olur. Yani timsahlar avını yerken üzülmez. Bu sıvı da bir gözyaşı değil, avını yemek için çektiği eziyetin bir nevi küçük bir kanıtıdır.
İnsanların sesleri neden farklıdır?
Ses tellerimiz aslında bir kastır. Ağzımızdan çıkan her ses akciğerden çıkan havanın bu kasları titreştirmesiyle oluşur. Her insanın ayrı bir sese sahip olması ise ses tellerinin kalınlıklarının, gerginliklerinin ve boyutlarının farklı olmasıyla bağlantılıdır.
Bu farklar her sese ait doğal bir titreşim frekansı aralığı meydana getirir. Böylece sesimiz bir başkasına göre daha kalın daha ince ya da daha tiz çıkabilir. Sesin kuvveti ve perdesi, ses tellerinin birbirlerine yakınlaşması ve gerginliği ile ilgilidir.
Ses telleri de tıpkı bir enstrümanın telleri gibidir. Örneğin bir gitarın telleri gevşekse düşük perdeli bir ses çıkarır. Eğer telleri gererseniz sesler güçlenir. Ses tellerinde de aynı mantık geçerlidir. Ses telleri uzun ve gevşekse sesler düşük perdeli çıkar. Ancak kısa ve gergin ses telleri oldukça yüksek frekansta sesler üretebilir.
Gökyüzü neden mavidir?
Gökyüzünün mavi görünmesinin nedeni ışığın kırılması ile ilgilidir. Güneş’ten gelip uzaya yayılan ışık gerçekte göze zarar verebilecek özelliktedir. Bu yüzden Dünya’ya ulaşan ışığın gözün rahatlıkla algılayabileceği ve zarar görmeyeceği duruma gelmesi şarttır. Bunun için ışınların bir süzgeçten geçmesi gereklidir. Bu dev süzgeç ise dünyayı çevreleyen ‘atmosfer’dir.
Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak yayılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacıklar tarafından hemen saçılırlar. Fakat en büyük dalga boylu ışık olan kırmızı ışık saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır. Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda ise bütün ışınlar hemen hemen aynı oranda saçıldığı için gökyüzü gri görünür.
Kedilerin gözleri geceleri neden parlar?
Kediler, gündüzleri sadece mavi ve yeşil rengi seçebilirken, geceleri renk seçme ihtiyacı olmadığından birçok canlıdan avantajlı hale gelirler ve görme keskinlikleriyle büyük bir hareket kabiliyeti kazanırlar. İnsanların el feneriyle aydınlatarak zar zor önünü görebildiği karanlık mekanlarda kediler yirmi metre uzaklıktaki bir hayvanın kuyruğunu bile seçebilir ve son derece çevik hareketlerle ona ulaşabilirler. Kedilerin görme kabiliyetini arttıran bu özellikleri aynı zamanda geceleri de gözlerinin parlamasına neden olur.
Kedilerin gözlerinin damar tabakaları ‘tapetum lucidum’ adlı bir özelliğe sahiptir. Aslında bu göz yapısı sadece kedilerde değil, daha pek çok memeli hayvanda da vardır. Bu damar yapısının özelliği içerisinde ‘guanin kristalleri’ adı verilen ve gözün arka kısmına düşen ışığı yeniden retinaya yansıtan bir madde olmasıdır. Bu sayede retinaya tekrar yansıyan ışığın bir kısmı mercekten geri döner ve geceleyin kedilerin gözlerinin parlamasına sebep olur.
Hava yastıkları kaza anında nasıl şişiyor?
Hava yastıklarının geliştirilme tarihi 2. Dünya Savaşı’na kadar uzanır. İlk zamanlarda uçak kazalarına karşı tasarlanan ve bu dönemde patenti alınan hava yastıklarının, arabalarda kullanılmaya başlaması ise 80’li yılları bulmuştur.
Hava yastıkları üç temel parçanın bir araya gelmesiyle üretilir. Birincisi ince naylon iplikten üretilerek ve bir silindir üzerine sarılarak yapılan yastığın kendisidir. Ancak hava yastıklarının şoför için olanları direksiyonda bulunduğundan tam silindir şeklinde değildir. Yastığın ikinci temel parçası ona ne zaman şişmesi gerektiğini bildiren ve arabanın ön tarafına monte edilmiş olan sensordür. Bu sensor sert bir yüzeye 15-25 kilometre-saat hızla çarptığında sinyal verecek şekilde ayarlanmıştır. Üçüncü ve son parça ise kaza anında yastığın şişmesini sağlayan sistemdir.
Hava yastıkları sanılanın aksine herhangi bir gazla dolarak şişmezler. Şişmeyi sağlayan kimyasal bir reaksiyondur. Bu reaksiyonun ana maddesi ‘sodyum asit’tir. ve bir tüp içerisinde bulunur. Çarpma anında arabanın önündeki sensor bu tüpe bir elektrik sinyali gönderir. Bu olay esnasında küçük bir kıvılcım oluşur ve bu kıvılcımın ortaya çıkardığı ısı çözerek nitrojen gazı açığa çıkarır. İşte çarpmadan sonraki 30 milisaniye içinde yastık açığa çıkan bu nitrojenle dolarak şişer ve yaralanmalara karşı emniyet bölgesi oluşturur.